Monday, August 25, 2008

Arzu veya igrenmek: aska dair...

Beyaz fondaki kara bir leke gibi dikkat çekicidir erkekteki dişil yanlar. Dikkat çekici olduğu kadar tahrik edici de bulanların arzu nesneleri de kendi cinsleri oluyor böylelikle. Yani cinsel çekim, şehvet belirliyor aşkın hedefini. Çekici bulduğumuz için aşık oluyoruz, aşık olduğumuz için çekici bulmuyoruz. Arzu aşktan önce geliyor.

Öte yandan arzu, bilinçli bir anın ürünüdür çünkü insan gerçekleşmesi mümkün olmayanın hayalini kurmakla tüketmez ömrünü. Film yıldızlarına, şarkıcılara, mankenlere aşık olmamamızın nedeni de budur. İnsan yalnızca ergenlikte ulaşamayacağı kişilere aşık olur, gerçekleşmesi imkansız hayaller kurar çünkü ergenlik bizim bu dünyadaki arafımızdır.


Ergenlik bu yönüyle başlı başına bir psikozdur çünkü gerçekliğin ayırtına varacak bilince henüz sahip değilizdir. Arzu ve gerçekle aynı anda tanıştığımız bir dönem olduğu için arzumuzu kimi zaman zahiri nesnelere yöneltiriz.

Fake-wake`te bizi korkutan artik bedenin beynin komutlarni dinlemeyisidir. Ergenlikte ise beynin bedenin isteklerine boyun egip, onu yari yolda birakmasidir.
Her iki durumda da korkunc bir ikilik vardir. Kendimizde iki ayri gerceklik, 2 farkli ”ben” kesfederiz. Ne zaman ki yetiskin oluruz; o zaman gerceklik dahilinde arzunun gucu, yonlecegi nesneyi secmeye yeter olmustur. Yani ask da bilinclilik halinin bir sonucudur maalesef. Her ne kadar kendimizi farkli hissetsek de eninde sonunda bir secimdir bu ve her secim gibi bilinclilik halinin bir sonucudur. Oysa sanki bambaska bir dunyada yasiyor gibi hissederken bunun bir bilincin urunu olabilir? Bilincli bir sekilde o zamanki gercekligimizden siyrilabilir miyiz? Arzumuz o zamana kadar binlerce nesneye yonlendigi halde ask bir kere gelir ve tekrari yoktur

Fake-wake' te bizi korkutan, beynimizin verdiği emirleri sadık bir köle gibi yerine getiren bedenin başkaldırısıdır. Ergenlikte bizi korkutan şeyse beynimizin bedenin isteklerine boyun eğmesi ve gerçeklik karşısında afallayıp, onu yarı yolda bırakmasıdır. Her iki durumda da korkunç bir ikililik vardır. Kendimizde iki ayrı gerçeklik, iki ayrı uç keşfederiz. Yetişkinliğe erişip, gerçekliği genel geçer kurallar dahilinde tanımladığımız vakit arzu yöneleceği nesneyi seçmeye muktedirdir artık. Yani aşk da bilinçlilik halinin bir sonucudur maalesef. Her ne kadar kendimizi bambaşka, belki de daha önce hiç hissetmediğimiz gibi hissetsek de bu bir seçimdir ve her seçim bir bilincin ürünüdür. Oysa başka bir dünyada yaşıyor gibiyizdir aşıkken. Öyleyse nasıl olur da aşk da bir bilinçlilik halinin ürünü olabilir? Bilinçli bir şekilde o zamanki gerçekliğimizden sıyrılmak mümkün mü? Arzumuz o ana dek binlerce nesneye yöneldiği halde aşk biriciktir ve tekrarı imkansızdır. Arzumuzu kendi seçtiğimiz nesnelere yönelttiğimize göre kendimize ait devasa bir seçilmişler kümesi oluştururuz fakat içlerinden hangisine aşık olacağımızı biz tayin edemeyiz. Kimimiz hiçbir zaman aşık olmaz hatta.


Arzu ve iğrenme arasında salınan bir sarkaç düşünelim. Sarkaca ilk hareketini veren meraktır. Sarkacı iğrenmeye yaklaştıran şey ise nesneyi tanımlamamızdır. İşin garibi şu ki sarkaç tekrar arzuya dönecektir. Ya nesneyi tanımladığımızı zannediyor ve sonradan yanıldığımızı anlıyoruz ya da bildiklerimizi unutuyoruz. İlk şık daha akılcı. Nesnede keşfedilecek yeni şeyler buluyor ve tekrar arzuluyoruz, ta ki onu tasvir edinceye kadar. O zaman sarkaç arzu ile iğrenmenin ortasında karar kılıyor. Sarkacın iğrenmeye tekrar dönmemesinin sebebi, iğrenmenin de arzu gibi bir bilinçlilik hali oluşundandır. Nasıl erişemeyeceğimiz nesneyi arzulamıyorsak, kurtulamayacağımızdan da iğrenmeyiz. Defalarca arzulayarak, izleyerek, koklayarak, duyarak, hissederek tamamladığımız tasviri unutmak artık mümkün değildir. Bu mahkumiyetten bizi ancak kendi gerçeklerimizin dışında, başka dünyadan bir şey yani aşk kurtarabilir ne yazık ki. İmkansızı gerçekleştirmeye muktedir olan yalnızca aşktır.

Salik Celal ya da Hasmet Asilkan

No comments: